Bazen sahne sanatçisi gibi hissederim kendimi. Seyircilerin huzuruna çikan bir sanatçi sahneye nasil hazirlaniyorsa, ben de ayni titizlikle hazirlanir ve öyle çikarim hastalarimin karsisina. O nedenle haftanin belli günlerinde çalismam. Her gün bu yogunlukta çalisirsam hem performansim düser hem de kendime ayiracak hiç zamanim kalmadigindan hastalara ilgim azalir. O masaya oturdugum andan itibaren kendi dünyamla ve sorunlarimla iliskim kesilir. Hasta olmaya bile hakkim yoktur artik. Sabah on birde girdigim o odadan, aksam geç saatlere kadar çikamam. Insanlarin biri girer, biri çikar. Heyecanli, ilginç, çogu zaman da hüzünlü bir film seyrediyor gibi hissederim kendimi.
Çöp Apartman'da yasayan üç kiz kardes? Acaba biriktirdikleri çöpler, bilinçaltlarinda birikenlerin yansimasi mi? Birbirleriyle "siddet" araciligiyla iliski kuran Jale ve Kemal, bir gün gerçek duygularini paylasabilecekler mi? Kendini Isa Peygamber zanneden Doktor Yigit, kapandigi otel odasindan çikip yeniden hayata dönebilecek mi? Pembe, hayatinda ilk kez hissettigi birbirinden güzel heyecanlarin yarattigi suçluluk duygusu yüzünden kocasindan yedigi dayaklarla kendini cezalandirmaya devam edecek mi? Genç bir kiza tutulan Garip, terk edilmenin zihninde yarattigi öfkeyle basa çikabilecek mi? Madalyonun disi ne gösterirse göstersin, Madalyonun Içi'nde insanin en gerçek, en çiplak hali vardir. Gülseren Budayicioglu, artik bir klasik haline gelmis bu kitabinda, gündelik hayatin içinde saklanan sirlari gösteriyor bize.